"Sayfaların dışında kalan cümleler"

29 Kasım 2016 Salı

İslamcılık Ve Dindarlık

‘İslamcılık’ sabun köpüğü gibidir. ‘Dindarlık’ ise derinlik ve naifliktir. İslamcının dindar olması gerekmez. Dindarında İslamcı olması gerekmez. Hakiki bir dindar ‘İslamcı’ diye bir tanımın altına gizlenme ihtiyacı hissetmez. Çünkü ‘İslamcılık’ güce, yönetilmeye muhtaçtır. Siyasi bir kimliği mutlaka olmalıdır. Zaten ‘İslamcı’ tanımı siyasetin bir parçasıdır ve derinlikten yoksundur. İktidara, siyasala ve ekonomik güce mahkumdur. Bu yüzden sanattan, kültürden uzak boş sloganlara sarılıdır. ‘islamcı’ sorgulamayı sevmez. Düşünce sistemini zaten siyasal İslamcı liderleri belirlemiştir. Bu yüzden de özgürlükten her zaman mahrumdur. İnancın yozlaştırılıp dünyevi emellere alet edilmesi onu rahatsız etmez. Zaten dünyeviliğin bir hizmetçisidir. Dindarlık ise daha naif, daha doğal ve daha bireyseldir. Siyasi bir güçten beslenmez. Kelime-i Tevhidin anlamının farkındadır ve Allahtan başka herkesin karşısında durma potansiyeline sahiptir. Dindarlığın özellikleri zaten insanın temelinde olan özelliklerdir. Bu insani özellikleri İslamcıların benimseyebilmesi mümkün dahi değil. Onların kibre batmış nefisleri, her şeyi en doğru bildiklerini zannettikleri bir zihin yapısı var. Ve bu insan türü tehlikelidir. Günümüzde yaşanılanları baktığımızda bunu daha net görüp anlayabiliyoruz. Türkiye de İslamcılığı itip yerine dindarlığı koyabilen tek siyasi lider Erbakandı. Tam bağımsızlığı Atatürk’ten sonra savunan tek liderdi. Başkanlığının kısa sürmesi laik karşıtlığı yüzünden değil, tam bağımsızlığı ve milletçi politikaları savunmasındandır. Ne yazık ki ne ondan öncesinde ne de ondan sonrasında sağ kesimin içinde siyasetçiler dindar olamadı. Hep İslamcı oldular. Sol kesimin siyasetçileri ise tam bağımsızlığı savunmadı. Bu yüzden günümüz siyasetçilerinin politikaları hep sığ ve kişilikleri kültür düzeyinden çok uzak. Net duruşları yok, ideolojisi ne olursa olsun insan net olmalı. Anlayabilene. Vesselam.

1 Kasım 2016 Salı

Düşüş

Hadi gel gidelim diyor buralardan
Sanki bilinmezliğin içine düşmeyi göze alabilecekmiş gibi
Siyah ve gri gibi
Adı üstünde bilinmezlik!
Anlayın tahammül edilmesi zor bir şiirin içindeyim
Bıçağın keskin yeri
Sokağın tenhası
Yeryüzünün çamuru
Bu hikayenin vebalısı benim.
Yüzü günahın karşı konulamaz cilvesi
Öldürülüp bir çukurun içine gömülesi bedeni!
Dur, suyun en yeşil yerinde maviyi arıyoruz biz
Bak, dünyanın üzerinde siyah bir lekenin iziyiz!
İnsanlığın başlangıcı
Medeniyetin atlası
Ki-Ben
Dünyadan geçen küfürbaz bir serseriyim
Biraz kırgın
Biraz dilsiz
Biraz sakat
Biraz da ölümün dilencisiyim.
-II-
Kalbini kırmak için olağanca bir çaba harcamışsın
Oysa ki uzan aç pencerelerini bak kalbine
Yüz tane yüzüm var yan yana dizilmiş kalbinin sıralarında
Sendeki aşk benim!
-III-
Devletin tahammülü yoktur
Uzanıp göğsünden öpeceğim
Öpeceğim ve yeni bir devlet kurulacak göğsünden boynuna uzanan kimsesiz topraklarda,
Kabul edilesi değil sevgilim
Kabul edilesi değil,
'Suçum nefreti öksüz bırakmak' der Arkadaş,
Bizim suçumuz birbirimizi öksüz bırakmak
Biz suskun kalmaya alışkanız!
Elimiz, ayağımız buz kesmiş
-IV-
Madem ağzıma doldurduğun suskunluğu sesinle bozmayacaksın
Bırak bu cümleler bende kalsın.
Oysa ben sana inanmış bir çocuktum
Dağlarımı, kasabalarımı, köylerimi, insanlarımı öldürdün!
Yutkunuyorum!
Madem sessizliğimi sesinle bozmayacaksın
Al hadi bütün cümleler sende kalsın.

25 Ekim 2016 Salı

Çirkin (Konu Kilit)

Hep gürültülü yaşadım hayatımı, hayallerimi parçalarcasına sıktım ellerimde. Sevmeyi, sevilmeyi bilmeyen insanların arasına karıştım. Adımı, kimliğimi, dilimi unuttum. Bir türkü tutturdum bazen gecenin koynuna. Sokaklardan sekerse sesim, içimi piç eden her şeyden arınacakmışım zannettim. Yanıldım… 

Çocukluğum geldi aklıma! Çok sonraları onu da unuttum. Çok sonra senide unuttum. Hatta bir çok senle tanıştım. Hepsinin de adları farklıydı. Bir milyon kere içime çektim bütün adları. Bedeli de ağır oldu, sonunda kendimi de unuttum. Hani bir unutmak, unutulmak hikayesiymiş bu. Sonu olmayan süslü bir cenaze merasimi ve uzayıp giden ölüler…

Milyonlarca yıldır çığlıklarımı bastırdım, sen ise sorularının cevabını arıyordun. Kaç ışık yılı geçti aramızdan, kaç ağır çekimde unuttum hiçliğimi… Hiçlik unutulur mu hiç? Unutulurmuş… bunu sen kaburga kemiklerimi kırıp içimden çıkınca anladım. Oysa her şeyi tasarlamıştım. Sesini dinliyordum… dışarıda yağmur, dışarıda çığlığımın şarkıları… Bazen kafana göre yaşamak istersin ya hani. Hesapsız, kitapsız, yalansız ve yanlışsız ama yürütmek mümkün olmaz yaşamı. Her gün kalabalık bir caddedesin çünkü, ve sokakların gürültüsü gözlerinden akıyor. Gece yarısı sokakların piç ettiği insanlardan dayak yemek gibi! Karşıma dikilip ‘piçliğim baki’ diye haykırıyor. Bak işte yine yeniden gülümsedin. Sen gülümseyince sınırları kaldırıldı ülkemin, sen gülümseyince **** ki yanıldım her defasında. Gülümseyen sen değildin. Şimdi otur ve beni dinle! Otur! Tamam geçmiş olsun deriz bizde. Geçmiş olsun deyince miş’li geçmiş zamanda kalırmış bazen yanılsamalar. Siktir et Freud’u yüzlerce insanı tıka basa vagonlarına dolduran trenler gibi aklım! Aklımın trenleri, trenleri aklımın. Liseli aşıklar gibisin hayat, tutup ellerimden  gökyüzünden düşüyorsun beni. Şehirden şehire değişen sevişmeler. Semtler arası değişkenlik gösteren aşklar. Zafiyetim büyük diyor, büyük olan yüreklerimiz olsun diyorum. Sonra Ahmed Arif’in bir dizesi geliyor aklıma ‘Dört yanım puşt zulası.’ Konu kilit! Salyalarınızı akıtarak ‘seviyorum’ diye hönkürdüğünüz bacak aralarından, kırdığınız yüreklere dağılabilirsiniz! Sesiniz, yüreğiniz, sevginiz, aklınız çok çirkin.

25 Haziran 2016 Cumartesi

Tenha Şiir

Henüz insanlar tanımamıştır onu
Kalabalıklar içerisine gizlenmiştir
Adını unutup yürüdüğü yollarda hep birini aramıştır.
Düşme yere boşuna
Gittiğin yoldan geriye dönülmez
Zaman düşman
Gökyüzü düşman
Denizlere sarılıp tenha bir yerde beklemek zamanı şimdi
Heyhat
Gelen geçen yok
Olmasında zaten
Şehrin kalabalığından kaçmışsın da
Tenha bir şiirin içine saklanmışsın.
Gidecek yerimiz yok işte
Birkaç satır aralığı
Birkaç mısra
Edip, Uyar, Asaf, Zekai Özger gibi abilerin soluklandığı sessizliğin içindeyiz.
Seni hatırlamak her şeyi unutmak gibiydi.
Olsun seni hatırlamak bir insanın ömrüne verilmiş en güzel armağan zaten
Şimdi kalabalığın ortasında
Kendi açtığımız tenha karanlığın içindeyiz
Kırgınım gökyüzünde kuşlarım uçmuyor artık.

Herkes gitti!
Kaptan burası son durak!

8 Haziran 2016 Çarşamba

00:55 Hâl


İnsan kendine yabancı bir varlık. Ve en büyük düşmanı da kendisi. Hep yanlışın peşinde koşuyoruz, sanırım insanoğlunun yapısında var yanlışa kul olmak. Okumak insanı dert sahibi yapar. Okudukça derdimiz çoğalıyor. Kitaplar insanı hassaslaştırıyor galiba. Acı seviyemiz yükseliyor, okudukça mutsuzlaşıyoruz. Çünkü dünya kötü bir yer, insan bunun farkına kitaplara boğulunca varıyor. Kitaplara daldıkça yalnızlaşıyor ve kendimizi kimsesizleştiriyoruz. Yine de iyi bir şey bu, en azından ben öyle düşünüyorum. Okuyup okuduklarını süzgeçten geçirebilmeli insan, vesselam...
Ölü geceler ester...

14 Mayıs 2016 Cumartesi

Miş Gibi (Gece Sancısı)

Çıkarları için doğruları söyleyemeyen ahmakları görünce hayattan tiksinirsin...

Gece saat 00:00 da uykun gelip başını yastığa koyduğunda, aklının içine girip uykunu kaçıran şeye ana avrat söversin...

Elindekinin kıymetini kaybettikten sonra anlayan tüm insanların amına koymak istersin. Çünkü güzel olanı her zaman piç edecek o insanlar...

Kitap okumayan ve dünyada yaşanılanlardan bihaber olanların ağzını kırmak istersin…

40 Milyon kişinin açlık sınırında yaşadığı ülkende tv'lere çıkıp insanların beynini yıkayan siyasetçi gürühuna ananızı bacınızı sikeyim demek istersin; lakin diyemezsin...

Bir takım insanlar senin yerine düşünür, karar verir, uygular…
Sen bir şey yapamazsın, edemezsin, sesini çıkaramazsın; Çünkü korkaksın!
Sonra miş gibi yapar ve yaşarsın…

Ne Mutlu İnsan Olana

Evet doğrudur.
Biz onlar gibi değiliz. Ne hayatlarımız debdebeli, ne cebimiz şişkin. Ne de bir yalanın yaltakçısıyız. Bizim şiirlerimiz, kitaplarımız, hayallerimiz, umutlarımız, dualarımız var ve şu bir gerçek ki; bizim bu hayattan aldığımız tadı onlar hiçbir zaman alamayacak. Çünkü gökyüzü, sokaklar, caddeler bizim…
İsmet Özel’in dediği gibi ‘ Ne yapar sultanım? Boklu çaputla içinde yatar sultanım.’ Aynen işte onlar çaputlarının içinde boğulacaklar ve öylede haşr olunacaklar. Ne mutlu gerçeği savunan insanlara. Ne mutlu şiiri olan insanlara…

Ne mutlu insan olana…

23 Nisan 2016 Cumartesi

Karanlık

İnsanlardan, seslerden, ışıklardan uzakta bir yerde kendim dahil herkesi unutmak istiyorum. Çok fazla yaşadım bu hayatta, çok fazla kitap okudum, yazdım, düş kurdum, güldüm, ağladım, sevdim... Hiçbiri de bir boka yaramadı…
Çoğunluğun içinde kendi azınlığımla boğuşup duruyorum. Kaç sokağı var şehrimin, kaç dönemeci var içinde düş kırıklıklarımı gizleyen! Kızgınım, kendime, ona, buna yada eşyaya bilmiyorum. İnsan bezgin bir köpeğin ruhunu da taşır bazen, lüks ve zevk içinde yüzen bir kralın ruhunu da! İkisinin de vardığı nokta aynı koca bir ‘hiçlik’…
İyileşemeyen çaresiz bir hasta gibiyim. Tenimi jilet parçaları ile yırttılar! Tenimin altında gizli bir şey aradılar sanki, çıkan tek şey karanlıktı. Sıkıldığım bir dünya var, maddesinden, insanından, neşesinden, gözyaşından sıkıldığım bir dünya var! Bunu daha nasıl anlatayım. Cümlelerim eksik benim, lisanım yarım. Bende bana ait olan bir tek iç boşluğum var, onunda içine dışarısının renkleri sığmıyor. Bu yüzden siyahım, bu yüzden aklımın içi karanlık, bu yüzden sarsılıyor duyularım!
Bu yüzden hiçbir şey istemiyorum hayattan!

Ah dünya, nede çok yanılttın beni…

Hiçlik Paranoyası (Yalnızlık Senaryoları)

SAHNE 1 İÇ, GECE, APARTMAN

Loş sarı bir ışığın aydınlattığı eski bir apartman içi…
30’lu yaşlarda saçlarını arkadan bağlamış, kırmızı paltolu bir kadın yavaşça merdivenleri çıkmaktadır…
O sırada apartmanın içinde bir kedi miyavlaması duyulur…
                                                (KEDİ SESİ)
Kadın merdivenleri çıkmaktan vazgeçip başını apartmanın girişine çevirip sesin sahibini arar gözleriyle. Apartmanın giriş kapısında bir kedi görür. Henüz birkaç basamak çıktığı merdivenleri hızlı bir şekilde geri iner. Apartmanın kapısını açar ve kedi açılan kapıdan sokağa fırlar. Kadın kapıyı tekrar kapatır. Ardından iki elini yüzüne kapatarak apartman kapısına yaslanır. Sonra yüzünde duran ellerini yavaşça aşağıya indirerek apartmanın içine göz gezdirir. Tekrardan merdivenlere yönelir. Yavaşca merdivenleri çıkmaya başlar. Acele etmeden, yorgun ve bıkkın bir şekilde, İlk katı yavaşça çıkıp ilk dairenin önünde durur. Çantasının içine elini sokar belli ki anahtar aramaktadır. Aradığını bulamamanın verdiği bir öfkeyle çantasının diğer gözlerini hızlıca karıştırmaya başlar. Aradığını yine bulamaz…
Bıkkın bir şekilde merdivenlere oturur. Ellerini başına dayar…
Ve kısık bir sesle mırıldanmaya başlar.
                                           KADIN (Kısık ve bıkkın bir ses tonu ile)
                                           Bıktım bu hayattan, bıktım, bıktım…
Ardından ani bir şekilde oturduğu merdivenden ayağa fırlar. Basamakları koşarcasına iner ve sinirli bir şekilde apartmanın kapısını açıp dışarıya çıkar…

SAHNE  2, DIŞ, GECE, CADDE

Araba sesleri ve insan seslerinin birbirine karıştığı kalabalık bir cadde…
Kadın hızlı adımlarla kalabalık kaldırımda yürümektedir. İnsanların yüzlerine bakmaya utanırcasına başını yere eğmiştir. Sonra birden durur ve başını yerden kaldırıp gözlerini gökyüzüne diker. Derin bir şekilde nefes alır ve tekrar yürümeye başlar.  Ardından bir giyim mağazasının önünde durur. Başını sağ omuzuna doğru yan bir şekilde eğip, içerideki insanları izlemeye başlar. Orta yaşlı bir kadın elindeki elbiseyi dikkatli bir şekilde incelemektedir. Kasiyer sahte bir tebessümle müşterilerle ilgilenmektedir…
Birden kadın dengesini kaybetmiş bir şekilde sağ elini mağazanın camına dayar vücudunu öne doğru büker. Nefes alıp vermesi hızlanmıştır. Yavaşça ayağa kalkar. Mağazanın içine tekrar bakar. Birden dehşete kapılır, insanların yüzleri iğrenç bir yaratığa dönüşmüştür. Panikle arkasını döner. Bütün insanların yüzleri iğrenç yaratıklara benzemektedir. Elindeki  telefonlarla konuşan yaratıklar, kahkaha atan yaratıklar, üzerine gelen yaratıklar…
Kadın panikler ve koşmaya başlar. Koşarken çarptığı yaratıkların suratına bakmaya korkarak nereye gittiğini bilmeden amaçsızca koşar. Ardından ilk gördüğü sokağa girer,

SAHNE 3, DIŞ, GECE, SOKAK
Tenha ve eski bir sokak…
Kadın  sokakta bulunan bir apartmanın girişine çöker. Sokakta kimse yoktur. Gözlerini kapatır kendi kendine tekrarlamaya başlar
                                   KADIN (Nefes nefese ve hızlı bir şekilde)
                                  Gerçek değil, gerçek değil, gerçek değil
Ardından yavaşça oturduğu yerden kalkar ve sokaktan geçen bir kadının yüzüne bakar. Her şey normale dönmüştür. İnsanlar gözüne normal gözükmektedir. Ellerini paltosunun cebine koyarak karanlık sokakta yavaş yavaş yürümeye başlar. Sakinleşmiş bir şekilde sokakları yavaşça geçer. Ardından daha karanlık ve kimselerin olmadığı bir sokağa girer. Birkaç adım atar ve kahkaha atan bir adamın sesini duyar. Sokağın ortasına çakılı kalmış gibi kalır kadın. Korkmuşçasına, hızlı bir şekilde etrafında dönmeye başlar.  Sokakta kendisinden başka kimse yoktur…
Koşmaya başlar! Korkmuş ve paniğe girmiş bir şekilde nereye gittiğini bilmeden koşar. Sonra birden yine durur etrafına bakar, binalarda yanan ışıklara görür. Birden çıldırmış gibi etrafında dönmeye başlar, ve avazı çıktığı kadar bağırır
                                 
                                        KADIN(korkmuş, panik ve ne yapacağını bilemez bir şekilde)
                                         -Neden bakıyorsunuz, ben deli değilim. Neden gülüyorsunuz                     
                                          Bana…
Kadın hıçkırarak ağlamaya başlar ve kendi etrafında korkmuş bir şekilde dönmektedir.
                                     KADIN(Ağlarken ve ümitsiz bir şekilde)
                                       -Bu şehir beni yedi, yuttu…
Bir anda sokağın başında büyük bir kalabalık görülür. Kadın bağırmaya ve ağlamaya devam ederken, birden koşmaya başlar. Peşinde yüzlerce insan vardır. Koşarken sendelemiş gibi olur ama dengesini toplar ve koşmaya devam eder. Koşarken üzerinde bulunan kırmızı paltoyu çıkartıp atar. Arkasına bakmadan ağlaya ağlaya koşmaya devam eder. İleride arabaların geçtiği caddeyi görür. Nefes nefese kalmış bir şekilde caddeye doğru yönelir. Sokağı hızlı bir şekilde geçip kendini caddeye yolun ortasına atar. O sırada iri ve parlak gözleriyle kendine çarpmak üzere olan otobüsü görür ve tebessüm eder.
                                         KADIN( Neşeli ve tebessüm ederek)
                                          -CENNET!
            

                                              -SON-

19 Nisan 2016 Salı

Güzel Zamanlar Ve Mavi Bisiklet

Çocukluk yıllarımdı. Henüz hayatın nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum. Yine de bazı şeylerin farkındaydık. En büyük hayalim Enver abinin cam mekanında duran mavi bisikleti alabilmekti. Sessiz çocuklardık biz. Hayallerimizi, aşklarımızı, öfkelerimizi içimizde yaşardık. Kimseler bilmezdi aklımızdan hangi hayallerin geçtiğini. Güzel zamanlardı, havanın kokusu bile farklıydı sanki. Hatırlarım her sabah uyandığımda yastığımın altında birkaç kuruş para bulurdum. Annem ‘güvercinler bıraktı’ derdi. İnanırdım, çünkü şimdi ki çocuklar gibi değildik, inanmak bizim için hayata tutunma sebebiydi. 'İnanmak bizim için hep, yedi yaşındaydı.' Oysa ki her sabah işe gitmeden babam bırakırdı o bozuk paraları yastığımın altına. Zor zamanlardı, anneler, babalar çocukları için sabahtan akşama kadar yorgunluk bilmeden çalışırlardı. Ve bunca yorgunluğa rağmen çocuklarını sevmeyi ihmal etmezlerdi. Sevgi her şeye bedeldi bizim için. Bir sabah uyandığımda gözümü açar açmaz bana bakan mavi bir bisikletti sevgi! Bazı bayramlarda yeni kıyafetler giyememekti, boğazımıza takılan bir ukde gibiydi bu. Ama kız kardeşimle asla kızamazdık anne ve babamıza çünkü bilirdik her zaman en iyisini alırlardı. Alamadılar diye küsmezdik. Öyle zırlayarak şunu al, bunu al diye tutturmazdık. Velhasıl eve ekmek getirebilmek zor zanaattı. Bunca yokluğa rağmen, şükrederdik. “Daha kötüsü var” der şükrederdik. “Bunu bulamayanda var” diyerek elimizdekilerle yetinmeyi bilirdik. Biz elimizdekilerle yetinmeyi bildikçe sanki hayat güzelleşirdi. Paranın yerini insanlar dostluklar ve sevgi doldururdu. Zor zamanlardı, ama harbiden güzel zamanlardı…

Sonra havanın kokusu değişti
Hayat çok kötü lan dedik
Eskisi gibi değil dedik. Ama bir baktık ki değişen ne havanın kokusuydu ne de hayat! Değişen bizdik, teknolojinin içine batıp. Sevgiyi, samimiyeti unuttuk. Kaybettik ulan insanlığımızı kaybettik!.

18 Nisan 2016 Pazartesi

Salinger, Bukowski, Atılgan Ve Diğer Şeyler

Son zamanlarda çok geziyor ve çok fazla kitap okuyorum. Açıkçası huzur veriyor bu durum bana. İnsan gezdikçe ve okudukça kendi kendini yeniliyor. Son bir ayda 5 şehir, gerçi ikisi iş icabıydı ancak yine de gittiğimiz yerleri gezme fırsatını bulabildik, sabah gözünü açtığında farklı bir yerde uyanmak yeni insanlar tanımak, huzurlu bir durum. Ama biraz tembel bir adamım, fotoğraf çekmeyi sevsem de sırt çantamdan sonra ikinci bir yük olan fotoğraf makinesini taşımak bana eziyet gibi geliyor. Hep Salinger’in kült kitabı ‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın baş karakteri Holden gibi umursamaz olup aylaklık yapmak isterdim. Sanırım sonunda daha beteri oldum. Yerimde duramayan bir tip oldum çıktım. Sanırım biraz da umursamaz olmaya başladım. Gerçi halk arasında buna gamsızlık deniyor ama edebiyat dilinde ben buna kabullenilmiş çaresizlik diyorum. Sonuçta bu hayata geldik ve öyle böyle yaşayacağız. Sonuçta Metin Kaçan gibi isyan bayrağı açamayız hayata. Biz hayatı seven ve her daim kahkaha atan insanlarız. İlahi canım…
Bu yazının konusu da, okunması gereken kitaplar olacaktı. En azından bir kitaptan bahsedelim. madem 'Çavdar Tarlasında Çocuklar' dedik ondan bahsedelim. J.D Salinger'in efsane kitabı, hatta Pis Moruk Bukowski her ne kadar John Fante ilham kaynağım dese de, yazı stilinde Sallinger havası seziliyor. En azından 'Ekmek Arası' isimli kitabı 'Çavdar Tarlasında Çocuklar''ın diline sahip bir anlatımda ilerliyor. Bu demek değil ki, kitap kötü. Bukowski en sevdiğim yazarlardandır ve en sevdiğim kitabı 'Ekmek Arası' kitabıdır. Seni gidi pis moruk Henry Chinaski, lanet adam! Dönelim Salinger'a ‘Gönülçelen’ yani ‘Çavdar Tarlasında Çocukların’ ilk çevirisinin ismi ‘Gönülçelen’ di hatta Türkçe de böyle bir tabir yoktu, Can Yayınlarının Türkçeye armağan ettiği müthiş bir kelime oldu ‘Gönülçelen’ hatta Teoman’ın meşhur ‘Gönülçelen’ şarkısının ismini aldığı yerde bu kitaptır. Alın size fazla bilinmeyen bir bilgi. Hadi bakalım kültürünüz artsın. Her neyse boş lakırdıyı geçelim, bu arada bloğun tıklama oranı birden tavan yaptı. Hepinize teşekkür ederim. ‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’ aylaklığın, başıboşluğun ve umursamazlığın romanı aslında. Kitabın ana karakteri Holden, kahraman değil. Tam aksine sıradan, umursamaz ‘bana ne amına koyim yeaa yansın dünya’ kıvamında gezen bir karakter. Türkçe de ‘Aylak Adam, Anayurt Oteli’ gibi kitaplarda da bu boşvermişlik var. Ona da geleceğiz. Hatta Anayurt Oteli’ni önümüzdeki KaraKarga Dergi sayısı için yazdım. Ama daha ayrıntılı incelemesine gireceğiz yine bu blog da. Ama şunu demeden geçemeyeceğim Yusuf Atılgan’ın ‘Aylak Adam’ ve ‘Anayurt Oteli’ zamanın ötesinde iki eserdir. ‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın da ötesindedir. Yusuf Atılgan’ın yeri her zaman başka benim için. Her neyse sıkıldım amk, gidin kitabı okuyun yaz yaz nereye kadar. Yoruldum…

Velhasılı kelam, Salinger okunmalı. Yusuf Atılgan’ı da okuyun. Hatta en iyisi siz bol bol kitap okuyun. İkra okur, İkra!...

10 Nisan 2016 Pazar

Sistem Müslümanları

Türkiyede Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir kurum var. Dobra ve dürüst konuşan vaizleri sürgüne yollamak gibi bir misyonu var kendilerinin. Siyasi iktidar tarafından yönetilen, İmam-ı Azam Ebu Hanife'yi bile öteleyen bir yapı haline geldi. İmam-ı Azam en büyük İslam alimlerinden biridir. Ve müslüman devlet yöneticileri tarafından zindanlarda işkence edilerek şehit edilen bir mazlumdur! Ve hiçbir cuma sohbetinde, hutbesinde. İmamı Azamı anlatan sistem imamı göremezsiniz. Çünkü İmam- Azam sistemin karşısında duran bir alimdi. Hani Devlet yöneticileri için'bu adamlar müslüman, bu adamlar namaz kılıyor.' geyikleri yapan ahmaklar size diyorum. Takıldınız sistemin peşine bodozloma cehennemin karanlığı içine gömüleceksiniz haberiniz yok! Her neyse biz konumuza geri dönelim. Yasin Gündoğdu, bu ismi belki sosyal medyadan duymuşsunuzdur. Görev yaptığı İstanbul Esenyurt Büyük Osmanlı Camii'nde yaptığı vaazlarla sık sık gündeme oturuyordu. Dobra, ne dediğini bilen, biraz Timurtaşvari, birazda sisteme öfkeli...
Tv'lerde boy gösteren sistemi öven hocalardan değildi. Söylenmesi gerekeni söylüyordu. Ve sonuna da ekliyordu 'Uyan ey müslüman.!' Lakin bu uyanış birilerini rahatsız etti ki, önce Diyanet tarafından vaaz vermesi yasaklandı. Ardından vaiz adamı, müezzin olarak denizliye sürgüne gönderdiler...
Sistemin müslümanları ise uyumaya devam ediyor. Geçenlerde yazdığım kısa bir cümle sonrası birisi mesaj atarak 'sen kimsin lan din hakkında ahkam kesiyorsun.' demişti. Ben kimim güzel bir soru! Sistemin yetiştirdiği bir imam hatip mezunuyum ve aynı zamanda farklı yapılar içerisinde 7 yıl dini ilimler eğitimi gören biriyim (Hafızlık, Arapça, Hadis, Tefsir, Kelam vs. vs) Yani şu adan sistemin içinde var olan sistem imamlarını her türlü gömecek biriyim. Ve senin açıp okumadığın Yüce kitabım Kuran'ı Kerim de ne yazdığını ve Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber efendimiz (S.A.S) neler dediğini bilen biriyim. Yani demem o ki, popülist bir islamcı değilim.



8 Nisan 2016 Cuma

Yozlaşma

Yozlaşma aldı başını gidiyor. Dindar gençlik söylemlerinden, dinsiz gençliğe doğru tüm hızla düşüşe geçtik. Sistemin ipini elinde tutanlar, mülklerini çoğaltırken bir şeyi akıllarına dahi getirmiyorlar. ‘Mülk yalnızca Allah’ındır.’ Kendi fikir ve görüşlerini din adı altında toplumdaki insanların beyinlerine empoze ederek dokunulmazlıklarını ve güçlerini sağlama aldıklarını zannediyorlar. Tıpkı Ebrehe, Karun, Firavun, Talut ve binlerce örneği gibi. Kendilerini musa zannediyorlar, oysa ki firavun olduklarının farkında bile değiller. Hani içlerinden birisi çıkıp doğruları söyleme cesaretini gösterebilse Amenna! O da yok, hakim oldukları her alanda çürümenin ve yozlaşmanın hızlanmasını sağlıyorlar. Sürekli bir şeylerin üzerini örtüp duruyorlar. Hırsızlığın, tecavüzün, tacizin bilumum bütün ahlaksızlıkları ört pas ediyorlar. Birde kudurmuş köpekler gibiler, karşı tarafta bir şey görmesinler hemen saldırıyorlar. Tıpkı Hitler’in dediği gibi hareket ediyorlar; ‘Sizi suçlayan olursa kendinizi savunmayın. Sizde onları suçlayın.’ Her siyasi gücün yaptığı gibi kendi halkına kadar herkesi suçluyorlar. Karşılarında duran sözde muhaliflerinde bir halta yaradığı yok. Onlarda aynı sistemin ürünü…

Uyan! 

4 Nisan 2016 Pazartesi

2002 Sen Ne Güzel Yıldın

2002 Dünya Kupası'nın o janjanlı ve çılgın dönemiydi. Dün gibi aklımda, sabah kahvaltı yaparken Ümit Davala'nın golü ile gömdüğümüz japonları hatırlıyorum. O an ağzıma attığım eski kaşar, gol diye bağırırken ağzımdan fırlamıştı. Mide bulandırıcı bir durum olabilir bu, ancak Ümit Davala, Japonlar, Dünya Kupası denilince aklıma hemen eski kaşar gelir. Eh bazı anıların ayarı yoktur...

O yaz üzerime giydiğim türkiye tişörtüyle sağda solda dolanarak geçirdim. Sanırım aylaklığın ve salt yalnızlığın ne olduğunu o yaz anladım. Kimseyi tanımadığım bir semtin içinde dolanıp durdum. Gerçi hala kimseyi tanımıyorum. Değişen pek fazla bir şey yok yani. Güzel günlerdi..

Dünya devi Brezilya'yı grup maçında dumura uğratmıştık. Rivaldo yavşağını o gün bugündür sevmeyiz millet olarak. Hakkımızı piç eden dünya yıldızı...

Yarı finalde bir kez daha çıkmıştı karşımıza Brezilya, ancak maçı izleyememiştim. Bisikletimle son sürat girdiğim duvar sayesinde sol kolum bilekten kırıldı. Yere düştüğüm an müthiş bir acı hissettim, hatta yerdeyken 'Geçer oğlum. Seneye bugün bu acıyı hatırlamayacaksın. Hem Brezilya'yı yenip finale çıkacağız. Siktir et kolunu' dedim. Ama olmadı. Önce maçı izleyemedim. Sonra da Türkiye elendi. Hani bazı acılar vardır ya geçmez. İşte o gün bugündür sol kolum bazen ince ince sızlar. Ve benim aklıma direk Brezilya'ya elendiğimiz gerçeği gelir. Kolumdan daha çok acı verir bana bu. 2002 Dünya kupası benim çocukluğumun en heyecanlı dönemlerinden biridir. 14 Sene öncesi dün gibi aklımda. Ümit Davala, İlhan Mansız, Ronaldo, Tarkan, Mustafa Sandal, Klose, Bianchi bisikletim, ortadan ikiye ayrılmış saçlarım, kırılan kolum... 2002 Yazı güzeldi.

2 Nisan 2016 Cumartesi

Gündemin Dışında

Kısır bir döngünün içine sıkışıp kaldık. Her gün aynı olaylar tekrarlanıyor ve çözüm bulamadan günü kapatıyoruz. Konuşmaktan başka yaptığımız bir halt yok zaten. En azından bu benim için böyle. Hafta içi İstanbul da özel bir üniversiteden konferans teklifi aldım. Konuyu da siz belirleyin dediler. Ona göre bir kaç konuşmacı daha getireceklermiş. Her neyse, bu ülke de en kolay şey konu bulmak zaten. Direk bireyin yalnızlığı, huzursuzluğu, öfkesi ve sosyal hayatın içinde aidiyet duygusunu kaybetmesini konu alan bir şey hazırlanabileceğini önerdim akabinde kabul edildi. Zaten 'Şehrin Sancısı' kitabım da tamamen bireyin huzursuzluğu üzerine kurulu bir kitap. Ben de baştan aşağı huzursuz bir birey olduğum için zorluk çekeceğim bir konu değil. Ardından konu üzerinde çalışmaya başladım. Çok değil bir kaç gün sonra telefonum çaldı ve muhatap olduğum ses, bir teminat istedi benden. Sözlü bir teminat herhalde sonuçta yabancıyım bu işlere. Teminat ise şu; Hiçbir şekilde ülke yönetimini eleştirip, siyasi konulara girip ağır ithamlarda bulunmamak, ortalık karışık zaten bla, bla, bla. Falan...
Tabi ben buna gayet öfkelendim. Bu ülkede yaşayan insanların huzursuzluğu, yalnızlığı ve öfkesinin büyük bir kısmı sosyal olaylardan ve siyasi sarsıntılardan geçiyor. Akabinde, 'gidin başka birini bulun.' diye telefonu sert bir şekilde kapattım. Geri arayan falanda olmadı. Büyük ihtimalle, suratlarına telefonu kapatmam hoşlarına bile gitti. Çünkü öyle ya da böyle tehlikeyi bertaraf ettiler. Sonradan da haberim oldu. Bir kaç kişisel gelişimci bulmuşlar, insanlara sahte ve ucuz fikirleri empoze edecekler...
Hassiktiriniz efendim...
İnancı olan bir insanın kişisel gelişim zırvalıklarına ihtiyacı yoktur. Zaten ben hayatım boyunca farklı bir şey söyleyen bir kişisel gelişimciye rastlamadım. Hepsi temelde aynı şeyleri anlatıyor. Neymiş efendim 'farkındalık'...
Sokayım farkındalığınıza...
İyice küfürbaz adam oldum. Ne yapalım Can Yücel'in dediği gibi 'Bana çok küfrediyorsun diyorlar. Bu kadar orospu çocuğunu nasıl anlatayım küfürsüz'...

Rahatsız olanlar siktirip gidebilir...
Kötü çocuklar ile yolumuza devam ederiz biz...


19 Mart 2016 Cumartesi

Modern Cehennem

 “Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder!

-George Orwell

Ne söylesek yetersiz kalıyor artık. Hırsızlığın, cinayetin, tecavüzün, yalanın, talanın, dolanın kol gezdiği bir ülkede yaşıyoruz. Ve gariptir ki, bu kadar ahlaksızlığın olduğu bir yerde insanımızın küçücük şeyleri takıntı haline getirmesi ne kadar vahim bir durumun içinde olduğumuzu gösteriyor. İktidarı eleştirmek, argo kullanmak, olaylara tarafsız gözle bakmak tecavüzden ve vahşetten daha çok tepki alıyor artık bu ülkede. İdeolojisi olmayan insanların yönettiği karanlık bir dehlize döndük. Bunu görememek için aptal olmak gerekir. Çünkü iktidarın başındaki lider optünist bir politikacıdır. Ve hiçbir yeniliğe ve düşünce ekolüne imza atmamıştır. Tıpkı bundan öncekiler gibi, iktidardan indiği an. Bütün etkisini kaybedecektir! Ve kaybetmeye de mahkum…
Fikri olmayan bir insan ülkeyi yönetiyor. Baştan aşağı düşünce özürlüsü bir millet haline geldik. Tipik bir ‘George Orwell’ senaryosunun içinde yaşıyoruz. Ah pardon, yaşayamıyoruz…
**
Sıkıldım!
Her dindarın iktidarı desteklediğini zannedenlerden…
Popülist islam ile gerçek Müslümanlığın arasındaki farkı bilmeyenlerden…
Dini kullanıp siyaset, edebiyat yapanlardan…
Bazı Solcuların değişmez ve kalıplaşmış fikirlerinden…
Entelektüel olduğunu zannedip başörtüye kin besleyenlerden…
Huzursuz bir ülkede yaşamaktan…
Sürekli ailemden birisine ve sevdiğim insanların başına bir şey gelecek tedirginliğini hissetmekten…
Ülkeyi yönetenlerden…
Muhalefetten…
Yalandan…
Gerçeği görüp gözlerini kapatan alçaklardan…
Ülke ateş yerine dönmüşken hala boktan bir şekilde siyasi çıkarlarının peşinde koşan bütün orospu çocuklarından…
Her boku yapıp da kendilerini 'iyi' zanneden insanlardan...
Ve yeryüzünde bunca olan biten karşısında hiçbir şey yapamadığım için çaresizliğimden...

SIKILDIM!!!

15 Mart 2016 Salı

Sistem İnsanları

Dünya mı kötü insanlar mı bilemiyorum. Zaten her ikisininde bir boka yaramadığı aşikar bir şekilde belli. Sonuçta kötü bir insan olmak için adi bir suçlu ya da nefret dolu bir sadist olmanız gerekmez. 'Zarar' kelimesini bireye indirgediğimizde her insan çevresi için kötü birer insandır aslında. İster istemez insanları kıran, inciten sadist ruhlu manyaklar topluluğuyuz. İşte insan bundan ibaret. Sefil, aciz, ucuz içi bok dolu bir halta yaramayan yeryüzünün işgalcilerinden başka bir şey değiliz. Hayatın geneline bir bakın, onca güzel şey insanoğlunun elinden çıkma. Yapılar, teknoloji, ot, bok, püskül artık her neyse. Ama bir yandan da acı çeken bir kesim var! Ve bunun da sebebi yine insanoğlu. Çünkü yeryüzünde sistem insanları dediğimiz bir grup var! Hatta öyle ki bu sistem insanları Dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturuyor. Burada siktiri boktan istatistik bilgilerden bahsetmiyorum. Kitap okumayan, düşünmeyen, beyinlerini kullanmayan ve ellerinde bulundurdukları seçme hakkı ile aptal politikacıları iktidara getirip dünyanın amına koyan insanlardan bahsediyorum. Bunlardan her yerde ne yazık ki var! Dünyanın kaderi bu. Sistemin oyunu bu! Ne yazık ki bizlerde bu sistemin boyunduruğu altındayız. Ve yenilenler sınıfının daimi oyuncularıyız...

14 Mart 2016 Pazartesi

SAYIKLAMALAR

Uzun zamandır bir halt yapasım yok. Son zamanlarda kendimi pek iyi hissetmiyorum. Zaten içinde yaşadığımız ülke insanın iyi hissetmesini imkansız kılıyor. Resmen Cehennem alevine dönmüş durumdayız. Patlayan bombalar, kaybedilen hayatlar. Bir de bunun üzerine götlerini daha da rahat ettirmeye çalışan devlet adamları, siyasetçiler, para babaları ot bok püskül. Her ne haltsa işte...

-II-

Bazı şeyleri düşünür ama anlatamaz insan. Zor yoldan anladım ki; susmaya da ister istemez alışıyoruz. Kelimeler anlamını yitirdiğinde, Karşında ki seni anlamak istemediğinde susmak gerekiyormuş. Suskunluğumu bozacak birilerini yada bir şeyleri arıyorum ama bulmakta zorlanıyorum. Oysa bu aralar fazla yoğunum sürekli yeni projeler ve yüksek tempo içinde sağa sola koşturuyorum. Sevdiğim işi, güzel insanlarla yapıyorum. Yine de içim huzursuz...

-III

Her yazdığım kitap da yeni bir 'ben' ile tanışıyorum. 'Yazdığın her kitap da farklısın.' diyorlar. E haklılarda hala ne yazacağını bilmeyen bir yazarım. Ancak 'Şehrin Sancısı' bittiğinde beni çok şaşırttı. Açıkcası bu performansı ben de kendimden beklemiyordum. Bu sefer tam bir yeraltı romanı çıkardım olmayan okurumun karşısına...
Yakında da bir dergimiz çıkıyor. Birbirinden büyük yazarların içinde olmak değişik bir deneyim olacak. İlk sayının yazısını da az önce teslim ettim. Ülke de olup bitenlerden, U/mutsuzum ama yinede iyi şeyler olmasını bekliyor insan...

-IV-

Burada yazdığım şeyleri pek fazla okuyan yok. Hatta okuyan var mı orasını da bilmiyorum. Çok güzel bir şey aslında bu. En azından bir günlük gibi kullanabilirim burayı. Orantısız saçmalayabilirim, orantısız küfrede bilirim...

Sağlıcakla kalın...