"Sayfaların dışında kalan cümleler"

23 Nisan 2016 Cumartesi

Karanlık

İnsanlardan, seslerden, ışıklardan uzakta bir yerde kendim dahil herkesi unutmak istiyorum. Çok fazla yaşadım bu hayatta, çok fazla kitap okudum, yazdım, düş kurdum, güldüm, ağladım, sevdim... Hiçbiri de bir boka yaramadı…
Çoğunluğun içinde kendi azınlığımla boğuşup duruyorum. Kaç sokağı var şehrimin, kaç dönemeci var içinde düş kırıklıklarımı gizleyen! Kızgınım, kendime, ona, buna yada eşyaya bilmiyorum. İnsan bezgin bir köpeğin ruhunu da taşır bazen, lüks ve zevk içinde yüzen bir kralın ruhunu da! İkisinin de vardığı nokta aynı koca bir ‘hiçlik’…
İyileşemeyen çaresiz bir hasta gibiyim. Tenimi jilet parçaları ile yırttılar! Tenimin altında gizli bir şey aradılar sanki, çıkan tek şey karanlıktı. Sıkıldığım bir dünya var, maddesinden, insanından, neşesinden, gözyaşından sıkıldığım bir dünya var! Bunu daha nasıl anlatayım. Cümlelerim eksik benim, lisanım yarım. Bende bana ait olan bir tek iç boşluğum var, onunda içine dışarısının renkleri sığmıyor. Bu yüzden siyahım, bu yüzden aklımın içi karanlık, bu yüzden sarsılıyor duyularım!
Bu yüzden hiçbir şey istemiyorum hayattan!

Ah dünya, nede çok yanılttın beni…

Hiçlik Paranoyası (Yalnızlık Senaryoları)

SAHNE 1 İÇ, GECE, APARTMAN

Loş sarı bir ışığın aydınlattığı eski bir apartman içi…
30’lu yaşlarda saçlarını arkadan bağlamış, kırmızı paltolu bir kadın yavaşça merdivenleri çıkmaktadır…
O sırada apartmanın içinde bir kedi miyavlaması duyulur…
                                                (KEDİ SESİ)
Kadın merdivenleri çıkmaktan vazgeçip başını apartmanın girişine çevirip sesin sahibini arar gözleriyle. Apartmanın giriş kapısında bir kedi görür. Henüz birkaç basamak çıktığı merdivenleri hızlı bir şekilde geri iner. Apartmanın kapısını açar ve kedi açılan kapıdan sokağa fırlar. Kadın kapıyı tekrar kapatır. Ardından iki elini yüzüne kapatarak apartman kapısına yaslanır. Sonra yüzünde duran ellerini yavaşça aşağıya indirerek apartmanın içine göz gezdirir. Tekrardan merdivenlere yönelir. Yavaşca merdivenleri çıkmaya başlar. Acele etmeden, yorgun ve bıkkın bir şekilde, İlk katı yavaşça çıkıp ilk dairenin önünde durur. Çantasının içine elini sokar belli ki anahtar aramaktadır. Aradığını bulamamanın verdiği bir öfkeyle çantasının diğer gözlerini hızlıca karıştırmaya başlar. Aradığını yine bulamaz…
Bıkkın bir şekilde merdivenlere oturur. Ellerini başına dayar…
Ve kısık bir sesle mırıldanmaya başlar.
                                           KADIN (Kısık ve bıkkın bir ses tonu ile)
                                           Bıktım bu hayattan, bıktım, bıktım…
Ardından ani bir şekilde oturduğu merdivenden ayağa fırlar. Basamakları koşarcasına iner ve sinirli bir şekilde apartmanın kapısını açıp dışarıya çıkar…

SAHNE  2, DIŞ, GECE, CADDE

Araba sesleri ve insan seslerinin birbirine karıştığı kalabalık bir cadde…
Kadın hızlı adımlarla kalabalık kaldırımda yürümektedir. İnsanların yüzlerine bakmaya utanırcasına başını yere eğmiştir. Sonra birden durur ve başını yerden kaldırıp gözlerini gökyüzüne diker. Derin bir şekilde nefes alır ve tekrar yürümeye başlar.  Ardından bir giyim mağazasının önünde durur. Başını sağ omuzuna doğru yan bir şekilde eğip, içerideki insanları izlemeye başlar. Orta yaşlı bir kadın elindeki elbiseyi dikkatli bir şekilde incelemektedir. Kasiyer sahte bir tebessümle müşterilerle ilgilenmektedir…
Birden kadın dengesini kaybetmiş bir şekilde sağ elini mağazanın camına dayar vücudunu öne doğru büker. Nefes alıp vermesi hızlanmıştır. Yavaşça ayağa kalkar. Mağazanın içine tekrar bakar. Birden dehşete kapılır, insanların yüzleri iğrenç bir yaratığa dönüşmüştür. Panikle arkasını döner. Bütün insanların yüzleri iğrenç yaratıklara benzemektedir. Elindeki  telefonlarla konuşan yaratıklar, kahkaha atan yaratıklar, üzerine gelen yaratıklar…
Kadın panikler ve koşmaya başlar. Koşarken çarptığı yaratıkların suratına bakmaya korkarak nereye gittiğini bilmeden amaçsızca koşar. Ardından ilk gördüğü sokağa girer,

SAHNE 3, DIŞ, GECE, SOKAK
Tenha ve eski bir sokak…
Kadın  sokakta bulunan bir apartmanın girişine çöker. Sokakta kimse yoktur. Gözlerini kapatır kendi kendine tekrarlamaya başlar
                                   KADIN (Nefes nefese ve hızlı bir şekilde)
                                  Gerçek değil, gerçek değil, gerçek değil
Ardından yavaşça oturduğu yerden kalkar ve sokaktan geçen bir kadının yüzüne bakar. Her şey normale dönmüştür. İnsanlar gözüne normal gözükmektedir. Ellerini paltosunun cebine koyarak karanlık sokakta yavaş yavaş yürümeye başlar. Sakinleşmiş bir şekilde sokakları yavaşça geçer. Ardından daha karanlık ve kimselerin olmadığı bir sokağa girer. Birkaç adım atar ve kahkaha atan bir adamın sesini duyar. Sokağın ortasına çakılı kalmış gibi kalır kadın. Korkmuşçasına, hızlı bir şekilde etrafında dönmeye başlar.  Sokakta kendisinden başka kimse yoktur…
Koşmaya başlar! Korkmuş ve paniğe girmiş bir şekilde nereye gittiğini bilmeden koşar. Sonra birden yine durur etrafına bakar, binalarda yanan ışıklara görür. Birden çıldırmış gibi etrafında dönmeye başlar, ve avazı çıktığı kadar bağırır
                                 
                                        KADIN(korkmuş, panik ve ne yapacağını bilemez bir şekilde)
                                         -Neden bakıyorsunuz, ben deli değilim. Neden gülüyorsunuz                     
                                          Bana…
Kadın hıçkırarak ağlamaya başlar ve kendi etrafında korkmuş bir şekilde dönmektedir.
                                     KADIN(Ağlarken ve ümitsiz bir şekilde)
                                       -Bu şehir beni yedi, yuttu…
Bir anda sokağın başında büyük bir kalabalık görülür. Kadın bağırmaya ve ağlamaya devam ederken, birden koşmaya başlar. Peşinde yüzlerce insan vardır. Koşarken sendelemiş gibi olur ama dengesini toplar ve koşmaya devam eder. Koşarken üzerinde bulunan kırmızı paltoyu çıkartıp atar. Arkasına bakmadan ağlaya ağlaya koşmaya devam eder. İleride arabaların geçtiği caddeyi görür. Nefes nefese kalmış bir şekilde caddeye doğru yönelir. Sokağı hızlı bir şekilde geçip kendini caddeye yolun ortasına atar. O sırada iri ve parlak gözleriyle kendine çarpmak üzere olan otobüsü görür ve tebessüm eder.
                                         KADIN( Neşeli ve tebessüm ederek)
                                          -CENNET!
            

                                              -SON-

19 Nisan 2016 Salı

Güzel Zamanlar Ve Mavi Bisiklet

Çocukluk yıllarımdı. Henüz hayatın nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum. Yine de bazı şeylerin farkındaydık. En büyük hayalim Enver abinin cam mekanında duran mavi bisikleti alabilmekti. Sessiz çocuklardık biz. Hayallerimizi, aşklarımızı, öfkelerimizi içimizde yaşardık. Kimseler bilmezdi aklımızdan hangi hayallerin geçtiğini. Güzel zamanlardı, havanın kokusu bile farklıydı sanki. Hatırlarım her sabah uyandığımda yastığımın altında birkaç kuruş para bulurdum. Annem ‘güvercinler bıraktı’ derdi. İnanırdım, çünkü şimdi ki çocuklar gibi değildik, inanmak bizim için hayata tutunma sebebiydi. 'İnanmak bizim için hep, yedi yaşındaydı.' Oysa ki her sabah işe gitmeden babam bırakırdı o bozuk paraları yastığımın altına. Zor zamanlardı, anneler, babalar çocukları için sabahtan akşama kadar yorgunluk bilmeden çalışırlardı. Ve bunca yorgunluğa rağmen çocuklarını sevmeyi ihmal etmezlerdi. Sevgi her şeye bedeldi bizim için. Bir sabah uyandığımda gözümü açar açmaz bana bakan mavi bir bisikletti sevgi! Bazı bayramlarda yeni kıyafetler giyememekti, boğazımıza takılan bir ukde gibiydi bu. Ama kız kardeşimle asla kızamazdık anne ve babamıza çünkü bilirdik her zaman en iyisini alırlardı. Alamadılar diye küsmezdik. Öyle zırlayarak şunu al, bunu al diye tutturmazdık. Velhasıl eve ekmek getirebilmek zor zanaattı. Bunca yokluğa rağmen, şükrederdik. “Daha kötüsü var” der şükrederdik. “Bunu bulamayanda var” diyerek elimizdekilerle yetinmeyi bilirdik. Biz elimizdekilerle yetinmeyi bildikçe sanki hayat güzelleşirdi. Paranın yerini insanlar dostluklar ve sevgi doldururdu. Zor zamanlardı, ama harbiden güzel zamanlardı…

Sonra havanın kokusu değişti
Hayat çok kötü lan dedik
Eskisi gibi değil dedik. Ama bir baktık ki değişen ne havanın kokusuydu ne de hayat! Değişen bizdik, teknolojinin içine batıp. Sevgiyi, samimiyeti unuttuk. Kaybettik ulan insanlığımızı kaybettik!.

18 Nisan 2016 Pazartesi

Salinger, Bukowski, Atılgan Ve Diğer Şeyler

Son zamanlarda çok geziyor ve çok fazla kitap okuyorum. Açıkçası huzur veriyor bu durum bana. İnsan gezdikçe ve okudukça kendi kendini yeniliyor. Son bir ayda 5 şehir, gerçi ikisi iş icabıydı ancak yine de gittiğimiz yerleri gezme fırsatını bulabildik, sabah gözünü açtığında farklı bir yerde uyanmak yeni insanlar tanımak, huzurlu bir durum. Ama biraz tembel bir adamım, fotoğraf çekmeyi sevsem de sırt çantamdan sonra ikinci bir yük olan fotoğraf makinesini taşımak bana eziyet gibi geliyor. Hep Salinger’in kült kitabı ‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın baş karakteri Holden gibi umursamaz olup aylaklık yapmak isterdim. Sanırım sonunda daha beteri oldum. Yerimde duramayan bir tip oldum çıktım. Sanırım biraz da umursamaz olmaya başladım. Gerçi halk arasında buna gamsızlık deniyor ama edebiyat dilinde ben buna kabullenilmiş çaresizlik diyorum. Sonuçta bu hayata geldik ve öyle böyle yaşayacağız. Sonuçta Metin Kaçan gibi isyan bayrağı açamayız hayata. Biz hayatı seven ve her daim kahkaha atan insanlarız. İlahi canım…
Bu yazının konusu da, okunması gereken kitaplar olacaktı. En azından bir kitaptan bahsedelim. madem 'Çavdar Tarlasında Çocuklar' dedik ondan bahsedelim. J.D Salinger'in efsane kitabı, hatta Pis Moruk Bukowski her ne kadar John Fante ilham kaynağım dese de, yazı stilinde Sallinger havası seziliyor. En azından 'Ekmek Arası' isimli kitabı 'Çavdar Tarlasında Çocuklar''ın diline sahip bir anlatımda ilerliyor. Bu demek değil ki, kitap kötü. Bukowski en sevdiğim yazarlardandır ve en sevdiğim kitabı 'Ekmek Arası' kitabıdır. Seni gidi pis moruk Henry Chinaski, lanet adam! Dönelim Salinger'a ‘Gönülçelen’ yani ‘Çavdar Tarlasında Çocukların’ ilk çevirisinin ismi ‘Gönülçelen’ di hatta Türkçe de böyle bir tabir yoktu, Can Yayınlarının Türkçeye armağan ettiği müthiş bir kelime oldu ‘Gönülçelen’ hatta Teoman’ın meşhur ‘Gönülçelen’ şarkısının ismini aldığı yerde bu kitaptır. Alın size fazla bilinmeyen bir bilgi. Hadi bakalım kültürünüz artsın. Her neyse boş lakırdıyı geçelim, bu arada bloğun tıklama oranı birden tavan yaptı. Hepinize teşekkür ederim. ‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’ aylaklığın, başıboşluğun ve umursamazlığın romanı aslında. Kitabın ana karakteri Holden, kahraman değil. Tam aksine sıradan, umursamaz ‘bana ne amına koyim yeaa yansın dünya’ kıvamında gezen bir karakter. Türkçe de ‘Aylak Adam, Anayurt Oteli’ gibi kitaplarda da bu boşvermişlik var. Ona da geleceğiz. Hatta Anayurt Oteli’ni önümüzdeki KaraKarga Dergi sayısı için yazdım. Ama daha ayrıntılı incelemesine gireceğiz yine bu blog da. Ama şunu demeden geçemeyeceğim Yusuf Atılgan’ın ‘Aylak Adam’ ve ‘Anayurt Oteli’ zamanın ötesinde iki eserdir. ‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın da ötesindedir. Yusuf Atılgan’ın yeri her zaman başka benim için. Her neyse sıkıldım amk, gidin kitabı okuyun yaz yaz nereye kadar. Yoruldum…

Velhasılı kelam, Salinger okunmalı. Yusuf Atılgan’ı da okuyun. Hatta en iyisi siz bol bol kitap okuyun. İkra okur, İkra!...

10 Nisan 2016 Pazar

Sistem Müslümanları

Türkiyede Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir kurum var. Dobra ve dürüst konuşan vaizleri sürgüne yollamak gibi bir misyonu var kendilerinin. Siyasi iktidar tarafından yönetilen, İmam-ı Azam Ebu Hanife'yi bile öteleyen bir yapı haline geldi. İmam-ı Azam en büyük İslam alimlerinden biridir. Ve müslüman devlet yöneticileri tarafından zindanlarda işkence edilerek şehit edilen bir mazlumdur! Ve hiçbir cuma sohbetinde, hutbesinde. İmamı Azamı anlatan sistem imamı göremezsiniz. Çünkü İmam- Azam sistemin karşısında duran bir alimdi. Hani Devlet yöneticileri için'bu adamlar müslüman, bu adamlar namaz kılıyor.' geyikleri yapan ahmaklar size diyorum. Takıldınız sistemin peşine bodozloma cehennemin karanlığı içine gömüleceksiniz haberiniz yok! Her neyse biz konumuza geri dönelim. Yasin Gündoğdu, bu ismi belki sosyal medyadan duymuşsunuzdur. Görev yaptığı İstanbul Esenyurt Büyük Osmanlı Camii'nde yaptığı vaazlarla sık sık gündeme oturuyordu. Dobra, ne dediğini bilen, biraz Timurtaşvari, birazda sisteme öfkeli...
Tv'lerde boy gösteren sistemi öven hocalardan değildi. Söylenmesi gerekeni söylüyordu. Ve sonuna da ekliyordu 'Uyan ey müslüman.!' Lakin bu uyanış birilerini rahatsız etti ki, önce Diyanet tarafından vaaz vermesi yasaklandı. Ardından vaiz adamı, müezzin olarak denizliye sürgüne gönderdiler...
Sistemin müslümanları ise uyumaya devam ediyor. Geçenlerde yazdığım kısa bir cümle sonrası birisi mesaj atarak 'sen kimsin lan din hakkında ahkam kesiyorsun.' demişti. Ben kimim güzel bir soru! Sistemin yetiştirdiği bir imam hatip mezunuyum ve aynı zamanda farklı yapılar içerisinde 7 yıl dini ilimler eğitimi gören biriyim (Hafızlık, Arapça, Hadis, Tefsir, Kelam vs. vs) Yani şu adan sistemin içinde var olan sistem imamlarını her türlü gömecek biriyim. Ve senin açıp okumadığın Yüce kitabım Kuran'ı Kerim de ne yazdığını ve Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber efendimiz (S.A.S) neler dediğini bilen biriyim. Yani demem o ki, popülist bir islamcı değilim.



8 Nisan 2016 Cuma

Yozlaşma

Yozlaşma aldı başını gidiyor. Dindar gençlik söylemlerinden, dinsiz gençliğe doğru tüm hızla düşüşe geçtik. Sistemin ipini elinde tutanlar, mülklerini çoğaltırken bir şeyi akıllarına dahi getirmiyorlar. ‘Mülk yalnızca Allah’ındır.’ Kendi fikir ve görüşlerini din adı altında toplumdaki insanların beyinlerine empoze ederek dokunulmazlıklarını ve güçlerini sağlama aldıklarını zannediyorlar. Tıpkı Ebrehe, Karun, Firavun, Talut ve binlerce örneği gibi. Kendilerini musa zannediyorlar, oysa ki firavun olduklarının farkında bile değiller. Hani içlerinden birisi çıkıp doğruları söyleme cesaretini gösterebilse Amenna! O da yok, hakim oldukları her alanda çürümenin ve yozlaşmanın hızlanmasını sağlıyorlar. Sürekli bir şeylerin üzerini örtüp duruyorlar. Hırsızlığın, tecavüzün, tacizin bilumum bütün ahlaksızlıkları ört pas ediyorlar. Birde kudurmuş köpekler gibiler, karşı tarafta bir şey görmesinler hemen saldırıyorlar. Tıpkı Hitler’in dediği gibi hareket ediyorlar; ‘Sizi suçlayan olursa kendinizi savunmayın. Sizde onları suçlayın.’ Her siyasi gücün yaptığı gibi kendi halkına kadar herkesi suçluyorlar. Karşılarında duran sözde muhaliflerinde bir halta yaradığı yok. Onlarda aynı sistemin ürünü…

Uyan! 

4 Nisan 2016 Pazartesi

2002 Sen Ne Güzel Yıldın

2002 Dünya Kupası'nın o janjanlı ve çılgın dönemiydi. Dün gibi aklımda, sabah kahvaltı yaparken Ümit Davala'nın golü ile gömdüğümüz japonları hatırlıyorum. O an ağzıma attığım eski kaşar, gol diye bağırırken ağzımdan fırlamıştı. Mide bulandırıcı bir durum olabilir bu, ancak Ümit Davala, Japonlar, Dünya Kupası denilince aklıma hemen eski kaşar gelir. Eh bazı anıların ayarı yoktur...

O yaz üzerime giydiğim türkiye tişörtüyle sağda solda dolanarak geçirdim. Sanırım aylaklığın ve salt yalnızlığın ne olduğunu o yaz anladım. Kimseyi tanımadığım bir semtin içinde dolanıp durdum. Gerçi hala kimseyi tanımıyorum. Değişen pek fazla bir şey yok yani. Güzel günlerdi..

Dünya devi Brezilya'yı grup maçında dumura uğratmıştık. Rivaldo yavşağını o gün bugündür sevmeyiz millet olarak. Hakkımızı piç eden dünya yıldızı...

Yarı finalde bir kez daha çıkmıştı karşımıza Brezilya, ancak maçı izleyememiştim. Bisikletimle son sürat girdiğim duvar sayesinde sol kolum bilekten kırıldı. Yere düştüğüm an müthiş bir acı hissettim, hatta yerdeyken 'Geçer oğlum. Seneye bugün bu acıyı hatırlamayacaksın. Hem Brezilya'yı yenip finale çıkacağız. Siktir et kolunu' dedim. Ama olmadı. Önce maçı izleyemedim. Sonra da Türkiye elendi. Hani bazı acılar vardır ya geçmez. İşte o gün bugündür sol kolum bazen ince ince sızlar. Ve benim aklıma direk Brezilya'ya elendiğimiz gerçeği gelir. Kolumdan daha çok acı verir bana bu. 2002 Dünya kupası benim çocukluğumun en heyecanlı dönemlerinden biridir. 14 Sene öncesi dün gibi aklımda. Ümit Davala, İlhan Mansız, Ronaldo, Tarkan, Mustafa Sandal, Klose, Bianchi bisikletim, ortadan ikiye ayrılmış saçlarım, kırılan kolum... 2002 Yazı güzeldi.

2 Nisan 2016 Cumartesi

Gündemin Dışında

Kısır bir döngünün içine sıkışıp kaldık. Her gün aynı olaylar tekrarlanıyor ve çözüm bulamadan günü kapatıyoruz. Konuşmaktan başka yaptığımız bir halt yok zaten. En azından bu benim için böyle. Hafta içi İstanbul da özel bir üniversiteden konferans teklifi aldım. Konuyu da siz belirleyin dediler. Ona göre bir kaç konuşmacı daha getireceklermiş. Her neyse, bu ülke de en kolay şey konu bulmak zaten. Direk bireyin yalnızlığı, huzursuzluğu, öfkesi ve sosyal hayatın içinde aidiyet duygusunu kaybetmesini konu alan bir şey hazırlanabileceğini önerdim akabinde kabul edildi. Zaten 'Şehrin Sancısı' kitabım da tamamen bireyin huzursuzluğu üzerine kurulu bir kitap. Ben de baştan aşağı huzursuz bir birey olduğum için zorluk çekeceğim bir konu değil. Ardından konu üzerinde çalışmaya başladım. Çok değil bir kaç gün sonra telefonum çaldı ve muhatap olduğum ses, bir teminat istedi benden. Sözlü bir teminat herhalde sonuçta yabancıyım bu işlere. Teminat ise şu; Hiçbir şekilde ülke yönetimini eleştirip, siyasi konulara girip ağır ithamlarda bulunmamak, ortalık karışık zaten bla, bla, bla. Falan...
Tabi ben buna gayet öfkelendim. Bu ülkede yaşayan insanların huzursuzluğu, yalnızlığı ve öfkesinin büyük bir kısmı sosyal olaylardan ve siyasi sarsıntılardan geçiyor. Akabinde, 'gidin başka birini bulun.' diye telefonu sert bir şekilde kapattım. Geri arayan falanda olmadı. Büyük ihtimalle, suratlarına telefonu kapatmam hoşlarına bile gitti. Çünkü öyle ya da böyle tehlikeyi bertaraf ettiler. Sonradan da haberim oldu. Bir kaç kişisel gelişimci bulmuşlar, insanlara sahte ve ucuz fikirleri empoze edecekler...
Hassiktiriniz efendim...
İnancı olan bir insanın kişisel gelişim zırvalıklarına ihtiyacı yoktur. Zaten ben hayatım boyunca farklı bir şey söyleyen bir kişisel gelişimciye rastlamadım. Hepsi temelde aynı şeyleri anlatıyor. Neymiş efendim 'farkındalık'...
Sokayım farkındalığınıza...
İyice küfürbaz adam oldum. Ne yapalım Can Yücel'in dediği gibi 'Bana çok küfrediyorsun diyorlar. Bu kadar orospu çocuğunu nasıl anlatayım küfürsüz'...

Rahatsız olanlar siktirip gidebilir...
Kötü çocuklar ile yolumuza devam ederiz biz...