"Sayfaların dışında kalan cümleler"

29 Kasım 2016 Salı

İslamcılık Ve Dindarlık

‘İslamcılık’ sabun köpüğü gibidir. ‘Dindarlık’ ise derinlik ve naifliktir. İslamcının dindar olması gerekmez. Dindarında İslamcı olması gerekmez. Hakiki bir dindar ‘İslamcı’ diye bir tanımın altına gizlenme ihtiyacı hissetmez. Çünkü ‘İslamcılık’ güce, yönetilmeye muhtaçtır. Siyasi bir kimliği mutlaka olmalıdır. Zaten ‘İslamcı’ tanımı siyasetin bir parçasıdır ve derinlikten yoksundur. İktidara, siyasala ve ekonomik güce mahkumdur. Bu yüzden sanattan, kültürden uzak boş sloganlara sarılıdır. ‘islamcı’ sorgulamayı sevmez. Düşünce sistemini zaten siyasal İslamcı liderleri belirlemiştir. Bu yüzden de özgürlükten her zaman mahrumdur. İnancın yozlaştırılıp dünyevi emellere alet edilmesi onu rahatsız etmez. Zaten dünyeviliğin bir hizmetçisidir. Dindarlık ise daha naif, daha doğal ve daha bireyseldir. Siyasi bir güçten beslenmez. Kelime-i Tevhidin anlamının farkındadır ve Allahtan başka herkesin karşısında durma potansiyeline sahiptir. Dindarlığın özellikleri zaten insanın temelinde olan özelliklerdir. Bu insani özellikleri İslamcıların benimseyebilmesi mümkün dahi değil. Onların kibre batmış nefisleri, her şeyi en doğru bildiklerini zannettikleri bir zihin yapısı var. Ve bu insan türü tehlikelidir. Günümüzde yaşanılanları baktığımızda bunu daha net görüp anlayabiliyoruz. Türkiye de İslamcılığı itip yerine dindarlığı koyabilen tek siyasi lider Erbakandı. Tam bağımsızlığı Atatürk’ten sonra savunan tek liderdi. Başkanlığının kısa sürmesi laik karşıtlığı yüzünden değil, tam bağımsızlığı ve milletçi politikaları savunmasındandır. Ne yazık ki ne ondan öncesinde ne de ondan sonrasında sağ kesimin içinde siyasetçiler dindar olamadı. Hep İslamcı oldular. Sol kesimin siyasetçileri ise tam bağımsızlığı savunmadı. Bu yüzden günümüz siyasetçilerinin politikaları hep sığ ve kişilikleri kültür düzeyinden çok uzak. Net duruşları yok, ideolojisi ne olursa olsun insan net olmalı. Anlayabilene. Vesselam.

1 Kasım 2016 Salı

Düşüş

Hadi gel gidelim diyor buralardan
Sanki bilinmezliğin içine düşmeyi göze alabilecekmiş gibi
Siyah ve gri gibi
Adı üstünde bilinmezlik!
Anlayın tahammül edilmesi zor bir şiirin içindeyim
Bıçağın keskin yeri
Sokağın tenhası
Yeryüzünün çamuru
Bu hikayenin vebalısı benim.
Yüzü günahın karşı konulamaz cilvesi
Öldürülüp bir çukurun içine gömülesi bedeni!
Dur, suyun en yeşil yerinde maviyi arıyoruz biz
Bak, dünyanın üzerinde siyah bir lekenin iziyiz!
İnsanlığın başlangıcı
Medeniyetin atlası
Ki-Ben
Dünyadan geçen küfürbaz bir serseriyim
Biraz kırgın
Biraz dilsiz
Biraz sakat
Biraz da ölümün dilencisiyim.
-II-
Kalbini kırmak için olağanca bir çaba harcamışsın
Oysa ki uzan aç pencerelerini bak kalbine
Yüz tane yüzüm var yan yana dizilmiş kalbinin sıralarında
Sendeki aşk benim!
-III-
Devletin tahammülü yoktur
Uzanıp göğsünden öpeceğim
Öpeceğim ve yeni bir devlet kurulacak göğsünden boynuna uzanan kimsesiz topraklarda,
Kabul edilesi değil sevgilim
Kabul edilesi değil,
'Suçum nefreti öksüz bırakmak' der Arkadaş,
Bizim suçumuz birbirimizi öksüz bırakmak
Biz suskun kalmaya alışkanız!
Elimiz, ayağımız buz kesmiş
-IV-
Madem ağzıma doldurduğun suskunluğu sesinle bozmayacaksın
Bırak bu cümleler bende kalsın.
Oysa ben sana inanmış bir çocuktum
Dağlarımı, kasabalarımı, köylerimi, insanlarımı öldürdün!
Yutkunuyorum!
Madem sessizliğimi sesinle bozmayacaksın
Al hadi bütün cümleler sende kalsın.

25 Ekim 2016 Salı

Çirkin (Konu Kilit)

Hep gürültülü yaşadım hayatımı, hayallerimi parçalarcasına sıktım ellerimde. Sevmeyi, sevilmeyi bilmeyen insanların arasına karıştım. Adımı, kimliğimi, dilimi unuttum. Bir türkü tutturdum bazen gecenin koynuna. Sokaklardan sekerse sesim, içimi piç eden her şeyden arınacakmışım zannettim. Yanıldım… 

Çocukluğum geldi aklıma! Çok sonraları onu da unuttum. Çok sonra senide unuttum. Hatta bir çok senle tanıştım. Hepsinin de adları farklıydı. Bir milyon kere içime çektim bütün adları. Bedeli de ağır oldu, sonunda kendimi de unuttum. Hani bir unutmak, unutulmak hikayesiymiş bu. Sonu olmayan süslü bir cenaze merasimi ve uzayıp giden ölüler…

Milyonlarca yıldır çığlıklarımı bastırdım, sen ise sorularının cevabını arıyordun. Kaç ışık yılı geçti aramızdan, kaç ağır çekimde unuttum hiçliğimi… Hiçlik unutulur mu hiç? Unutulurmuş… bunu sen kaburga kemiklerimi kırıp içimden çıkınca anladım. Oysa her şeyi tasarlamıştım. Sesini dinliyordum… dışarıda yağmur, dışarıda çığlığımın şarkıları… Bazen kafana göre yaşamak istersin ya hani. Hesapsız, kitapsız, yalansız ve yanlışsız ama yürütmek mümkün olmaz yaşamı. Her gün kalabalık bir caddedesin çünkü, ve sokakların gürültüsü gözlerinden akıyor. Gece yarısı sokakların piç ettiği insanlardan dayak yemek gibi! Karşıma dikilip ‘piçliğim baki’ diye haykırıyor. Bak işte yine yeniden gülümsedin. Sen gülümseyince sınırları kaldırıldı ülkemin, sen gülümseyince **** ki yanıldım her defasında. Gülümseyen sen değildin. Şimdi otur ve beni dinle! Otur! Tamam geçmiş olsun deriz bizde. Geçmiş olsun deyince miş’li geçmiş zamanda kalırmış bazen yanılsamalar. Siktir et Freud’u yüzlerce insanı tıka basa vagonlarına dolduran trenler gibi aklım! Aklımın trenleri, trenleri aklımın. Liseli aşıklar gibisin hayat, tutup ellerimden  gökyüzünden düşüyorsun beni. Şehirden şehire değişen sevişmeler. Semtler arası değişkenlik gösteren aşklar. Zafiyetim büyük diyor, büyük olan yüreklerimiz olsun diyorum. Sonra Ahmed Arif’in bir dizesi geliyor aklıma ‘Dört yanım puşt zulası.’ Konu kilit! Salyalarınızı akıtarak ‘seviyorum’ diye hönkürdüğünüz bacak aralarından, kırdığınız yüreklere dağılabilirsiniz! Sesiniz, yüreğiniz, sevginiz, aklınız çok çirkin.

25 Haziran 2016 Cumartesi

Tenha Şiir

Henüz insanlar tanımamıştır onu
Kalabalıklar içerisine gizlenmiştir
Adını unutup yürüdüğü yollarda hep birini aramıştır.
Düşme yere boşuna
Gittiğin yoldan geriye dönülmez
Zaman düşman
Gökyüzü düşman
Denizlere sarılıp tenha bir yerde beklemek zamanı şimdi
Heyhat
Gelen geçen yok
Olmasında zaten
Şehrin kalabalığından kaçmışsın da
Tenha bir şiirin içine saklanmışsın.
Gidecek yerimiz yok işte
Birkaç satır aralığı
Birkaç mısra
Edip, Uyar, Asaf, Zekai Özger gibi abilerin soluklandığı sessizliğin içindeyiz.
Seni hatırlamak her şeyi unutmak gibiydi.
Olsun seni hatırlamak bir insanın ömrüne verilmiş en güzel armağan zaten
Şimdi kalabalığın ortasında
Kendi açtığımız tenha karanlığın içindeyiz
Kırgınım gökyüzünde kuşlarım uçmuyor artık.

Herkes gitti!
Kaptan burası son durak!

8 Haziran 2016 Çarşamba

00:55 Hâl


İnsan kendine yabancı bir varlık. Ve en büyük düşmanı da kendisi. Hep yanlışın peşinde koşuyoruz, sanırım insanoğlunun yapısında var yanlışa kul olmak. Okumak insanı dert sahibi yapar. Okudukça derdimiz çoğalıyor. Kitaplar insanı hassaslaştırıyor galiba. Acı seviyemiz yükseliyor, okudukça mutsuzlaşıyoruz. Çünkü dünya kötü bir yer, insan bunun farkına kitaplara boğulunca varıyor. Kitaplara daldıkça yalnızlaşıyor ve kendimizi kimsesizleştiriyoruz. Yine de iyi bir şey bu, en azından ben öyle düşünüyorum. Okuyup okuduklarını süzgeçten geçirebilmeli insan, vesselam...
Ölü geceler ester...

14 Mayıs 2016 Cumartesi

Miş Gibi (Gece Sancısı)

Çıkarları için doğruları söyleyemeyen ahmakları görünce hayattan tiksinirsin...

Gece saat 00:00 da uykun gelip başını yastığa koyduğunda, aklının içine girip uykunu kaçıran şeye ana avrat söversin...

Elindekinin kıymetini kaybettikten sonra anlayan tüm insanların amına koymak istersin. Çünkü güzel olanı her zaman piç edecek o insanlar...

Kitap okumayan ve dünyada yaşanılanlardan bihaber olanların ağzını kırmak istersin…

40 Milyon kişinin açlık sınırında yaşadığı ülkende tv'lere çıkıp insanların beynini yıkayan siyasetçi gürühuna ananızı bacınızı sikeyim demek istersin; lakin diyemezsin...

Bir takım insanlar senin yerine düşünür, karar verir, uygular…
Sen bir şey yapamazsın, edemezsin, sesini çıkaramazsın; Çünkü korkaksın!
Sonra miş gibi yapar ve yaşarsın…

Ne Mutlu İnsan Olana

Evet doğrudur.
Biz onlar gibi değiliz. Ne hayatlarımız debdebeli, ne cebimiz şişkin. Ne de bir yalanın yaltakçısıyız. Bizim şiirlerimiz, kitaplarımız, hayallerimiz, umutlarımız, dualarımız var ve şu bir gerçek ki; bizim bu hayattan aldığımız tadı onlar hiçbir zaman alamayacak. Çünkü gökyüzü, sokaklar, caddeler bizim…
İsmet Özel’in dediği gibi ‘ Ne yapar sultanım? Boklu çaputla içinde yatar sultanım.’ Aynen işte onlar çaputlarının içinde boğulacaklar ve öylede haşr olunacaklar. Ne mutlu gerçeği savunan insanlara. Ne mutlu şiiri olan insanlara…

Ne mutlu insan olana…